Balıklar ve Bisikletler üzerine: Sinemada Din Eleştirisi






el-crimen-del-padre-amaro-858511l

Ortaokuldaki din kültürü ve ahlak bilgisi derslerinde sorgulamaya başladığım din kavramı, lisede felsefe derslerinin de devreye girmesiyle zirve yapmış; üniversitede Karl Marx’ın şu sözlerinin geçtiği metni okumamla tarafımdan tamamen reddedilmişti:

“Din; baskı altındaki bir yaratığın iç çekişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz hallerin ruhudur. Din, kitlelerin afyonudur.”

O gün bugündür, arada canım sıkıldığında bir daha sorguluyorum dini. Kendimi deniyorum, antitezlerle saldırıp inançsızlığıma; bir kez daha emin olmak istiyorum. Her seferinde de vardığım sonuç aynı oluyor ve Vique Yasası olarak bilinen şu cümle geliyor aklıma, zındıklığımı gülümseyerek kabulleniyorum bir kez daha:

“A man without religion is like a fish without a bicycle.”

Bugün, dinin balıkların sahip olmak istediği bir bisikletten farksız olduğunu bana daha iyi anlattığı için sevdiğim 3 filmden bahsetmek istedim:

king1. The King (2006): James Marsh‘ın yönettiği bu bağımsız, bir Hristiyanlık eleştirisi. Gael Garcia Bernal gibi son yılların en yetenekli isimlerinden birini, usta oyuncu William Hurt ile buluşturan ve Little Miss Sunshine öncesi bizi Paul Dano‘nun yetenekleriyle tanıştıran bir film. Oldukça soğukkanlı bir adamın, -mış gibi yapmalarıyla ilgili. Babasını merak ediyor-muş gibi, bulmak istiyor-muş gibi hatta seviyor-muş gibi yapması, bir kıza aşık oluyor-muş gibi yapması ve yaptıklarından pişman oluyor-muş gibi yapmasıyla ilgili. Adeta Camus’nün Meursault’su kahramanımız. Ve bomba cümle: “Forgive me Father, I’ve sinned.” İnançlı-ymış gibi yapıp, iki kelimede bir Allah deyip; zındık dediklerinden daha günahkar olanlara ibret olsun diye…

takva2. Takva (2006): Özer Kızıltan‘ın Türkiye’nin öteki yüzünü anlattığı tarikat filmi. Cesur bir film. Türkiye’nin gitmekte olduğu yönden farkında olunduğunu gösterdiği ve bazı şeyleri eleştirebildiği için önemli bir film. Türkiye’nin Oscar aday adayı A Man’s Fear of God. Erkan Can‘ın kusursuz performansı. Ve inancın yaptırdıkları, yaptırabildikleri. İnançlı-ymış gibi yapıp, iki kelimede bir Allah deyip; zındık dediklerinden daha günahkar olanlara ibret olsun diye…

elcrimendelpadreamaro3. El crimen del Padre Amaro (2002): Yine bir Hristiyanlık eleştirisi, yine Gael Garcia Bernal. Meksikalı yönetmen Carlos Carrera‘nın 2002 En İyi Yabancı Film Oscar’ına aday olmuş filmi. Bir rahibin günahları üzerine. Cehaletin ve din korkusunun mahvettiği hayatlar üzerine. İnançlı-ymış gibi yapıp, iki kelimede bir Allah deyip; zındık dediklerinden daha günahkar olanlara ibret olsun diye…

Ne de güzel demiş Elif Şafak, Baba ve Piç’te:

“Zeliha Teyze’nin içindeki fırtınanın tek şahidi Allah. Mesele onun varlığına inanmaması. [...] Hayır, Zeliha Teyze kararlı, dine teslim olmayacak. Hele hele yaşlandıkça dindarlaşan, öte dünyaya gitmeden evvel sicilini temizlemek için ansızın imana gelen şu çıkarcı hesapçılardan olmaya hiç niyeti yok. Bir agnostik olarak yaşadı ve öyle de ölecek. Zındıklığı samimi ve saf. Bir yerlerde bir Allah varsa, onun bu içten muhalefetini ve reddiyesini takdir etmeli, diye düşünüyor. Sırf içine doğdukları öğretileri ezberleyerek ahkâm kesen kopyacı din fanatiklerinden daha makbul olmalı dinsizliği…” (Şafak, 2006, sf.228)






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment

Add a Comment

301 Moved Permanently

301

Moved Permanently

The document has been permanently moved.