thebalkabaa

32. İstanbul Film Festivali’nin En İyileri






30 Mart – 14 Nisan tarihleri arasında düzenlenen 32. İstanbul Film Festivali’nde 43 film izledim bu yıl. Edebiyat uyarlamalarından dünyanın birçok köşesindeki festivalde öne çıkan filmlere, yerli yapımların galalarından uluslararası büyük prodüksiyonların Akbank Galaları’na birçok farklı ülkeden ve türden 43 film… Bunlar arasından en beğendiğim 10 film ise bu listede:

10. DESPUÉS DE LUCÍA (Yön: Michel Franco, Meksika)

Read more






Posted on by thebalkabaa in film festivalleri, film listeleri, sinema Leave a comment

Kısa Kısa: Karnaval (2013)






Festival programında yer alan yerli yapımlardan ne yazık ki yalnızca 4′ünü izleme fırsatı buldum ve hepsinin ardından mutlu ve umutlu bir şekilde ayrıldım salondan. Bu mutluluk ve umudun başlıca nedenleri ilk ya da ikinci filmlerini çeken yönetmenlerin sayısı, filmlerinin başarısı ve seyircinin gerek kapıda oluşturduğu kuyruk, gerekse salonda merdivenleri dahi doldurmasıydı. Karnaval, festival kitapçığındaki tanıtım yazısının ilk cümlelerini okuduğum andan itibaren merak ettiğim bir ilk-filmdi: “36 yaşındaki Alis, babası onu evden kovunca arabasında yaşamaya başlar. Sokakta tıraş olur, annesinin arabasına getirdiği yemekleri yer, onun gazetede işaretlediği iş ilanlarına başvurur. Sonuç alamadığı iş görüşmelerinden sonra bir gün kendini evden eve “Karnaval” halı yıkama makinesi pazarlarken bulur. Karnaval ile Alis arasında sıra dışı bir dostluk başlar, hatta Karnaval arabanın ön koltuğunu bile kapar. Artık o da arabada yaşamaya başlamıştır.”

Karnaval, Serdar Orçin ve Tülin Özen‘i, çok sevdiğim iki oyuncuyu duygusal, gerçek, içten ve tanıdık bir hikayede bir araya getirmiş. Anne rolündeki İpek Bilgin ise filmin komedi kısmının önemli bir yüzdesini omuzlarında taşımış. Büyük şehre kaçma tutkusu, baba-oğul ilişkileri ve hayattaki amacını aramak üzerine yazılan iyi bir senaryo, iyi bir ilk-filme dönüşmüş. Gösterimden sonra soruları yanıtlayan yönetmen Can Kılcıoğlu‘nun heyecanı gözlerinden okunuyordu. Filmin İzmir’de geçtiğini ve yönetmenin de şehrinin insanlarını iyi tanıyan bir İzmirli olduğunu da ekleyeyim.






Posted on by thebalkabaa in filmler, kısa kısa: film, sinema Leave a comment

Kısa Kısa: Djúpid (2012)






32. İstanbul Film Festivali, daha önce hiç olmadığı kadar “gerçek olaylara dayanmaktadır” yazısı içerdi benim için. Mart 1984′te gerçekleşen ve bilim dünyasının bir açıklama getirmekte zorlandığı bir dayanıklılık öyküsünü anlatan İzlanda yapımı Djúpið (The Deep / Derin Sular) da bunlardan biriydi. Bir gece küçük bir balıkçı teknesiyle Kuzey Denizi’nin buz gibi sularına açılan mürettebatın tamamı, geminin geceyarısı batması ile yaklaşık 15 dakika içinde donarak ölür. Sabahın ilk ışıklarıyla karaya çıkmayı başaran Gulli ise, dondurucu soğuğa 4-5 saat dayanmayı başararak hem milli bir kahraman, hem uluslararası bilimsel bir denek, hem de bir mucizenin ta kendisine dönüşür.

Festivalin Dünya Festivallerinden bölümünde gösterilen film, İzlanda’nın sinema ödülleri Edda Ödülleri’ne 16 dalda aday gösterilip 11′ini kazanmış ve geçtiğimiz yıl Oscar yarışında da ülkesini temsil ederek 9 filmlik kısalisteye kalmıştı. Küçük ülkenin büyük yönetmeni Baltasar Kormákur, birkaç onyıl öncesinde ülkesinin milli kahramanı haline gelmiş olan Gulli adındaki balıkçının mucizevi hikayesini, merak uyandıran bir hikayeye çevirmeyi, İzlanda’nın doğal güzelliklerini en doğru şekilde kullanmayı, ülkenin geçmişindeki trajik bir olayın gücünden suistimal etmeden faydalanmayı başarmış. Film, özellikle denizde geçen sahnelerinde geçmişini ve geleceğini sorgulayan bir kahraman aracılığıyla bizi hayatımız hakkında düşünmeye itiyor.






Posted on by thebalkabaa in filmler, kısa kısa: film, sinema Leave a comment

Kısa Kısa: Blackbird (2012)






32. İstanbul Film Festivali‘nin yeni yönetmenlere yer veren Yeni Bir Bakış bölümünde gösterilen Blackbird de bölümdeki birçok film gibi bir ilk-film. 1999′daki Columbine katliamının ardından bireysel silahlanmayı eleştiren, çocuklar ile şiddet eğilimi arasındaki ilişkiyi inceleyen birçok film izledik 2000′ler boyunca. Michael Moore’un belgeseli Bowling for Columbine, Gus van Sant’ın Elephant‘ı, hatta konunun dolaylı olarak Avrupa sinemasına yansımaları Thomas Vinterberg’in Dear Wendy’si ve Susanne Bier’in Oscarlı Hævnen’i bunlar arasında sayılabilir. Jason Buxton‘un Blackbird‘ü ise konuyu Kanada’nın soğuk iklimine taşıyor ve olaylara çok farklı bir açıdan yaklaşıyor: Ya bir katliamı önleyeceğini düşünerek suçlu olup olmadığını bilmediğimiz bir çocuğun hayatını altüst edersek?

Filmin merkezindeki Sean, sıradan bir liseli. Hokey takımının çekici erkeklerinden biri değil. Üstelik gotik giyimi, piercingleri, makyajı ve dinlediği müziklerle küçük bir kasabasında fazla göze batıyor. Her küçük kasaba lisesinde olduğu gibi, farklı olduğu için dışlanıyor, eziliyor, hatta şiddete maruz kalıyor. Sean’ın dışarı vuramadığı öfkesini kelimelerle önce kağıda, ardından bloguna dökmesi işleri iyice karıştırıyor. Çünkü babasıyla sık sık ava çıkan ve silahlara ilgi duyan Sean’ın evinde onlarca silah var.

Blackbird, her şeyi fazla açık ve fazla kayıt altında yaşadığımız bu çağı ve gençliği iyi analiz eden, haksız yere suçlanma paranoyasını işleyen, hem lise hem ıslahevi hem de kasaba yaşantısını ve karakterdeki değişimi oldukça gerçekçi bir şekilde yansıtabilen bir ilk-film olmuş. Başroldeki Connor Jessup‘un ileride birçok Kanada filminde karşımıza çıkacağına da eminim.






Posted on by thebalkabaa in filmler, kısa kısa: film, sinema Leave a comment