Bir erken dönem klasik müzik topluluğu düşünün, Rolling Stones ve Cirque du Soleil ile kıyaslansın… Evet, bu kıyaslama abartı. Müziklerinin kalitesi ya da virtüöziteleri konusunda da tartışılabilecek çok şey var. Fakat Red Priest, bugüne kadar dinlediğim en ilginç klasik müzik topluluğuydu. Benzersiz, orijinal ve eğlenceliydi. Adlarını Barok dönem bestecisi Vivaldi’nin kırmızı saçlarından alan grup, Piers Adams (blok flüt), Julia Bishop (keman), Angela East (çello) ve David Wright’tan (klavsen) meydana geliyor. Barok dönem bestecilerinin önemli eserlerini hikayelerini anlatarak, seyirci ile iletişim kurarak, mizansenlerle bir şova dönüştürerek yorumluyorlar. Read more
Kısa Kısa: Agnes Obel @Salon
Salon’un bu sezon yaşattığı Kuzey Müziği çılgınlığının ardı arkası kesilmiyor. Flunk, Ane Brun ve Tonbruket’in ardından 6 Aralık gecesi de Danimarkalı Agnes Obel’i dinledik mekanda. Diğerleri ile karşılaştırıldığında oldukça sessiz, sakin ve huzurlu bir konserdi. Müziğin büyüsü, Agnes Obel’in dupduru sesi başroldeydi. Agnes Obel’in öncesinde sahnede Quebecli Erin Lang’i dinledik. Fısıldayarak konuşuyordu adeta, şarkıları da en az o derece dinlendiriciydi. Sahnede birbiri ardına Erin Lang ve Agnes Obel’i dinletmek, iki sanatçıyı birlikte turlatmak çok güzel bir karar, o kadar yakışıyorlardı. Agnes Obel piyanosunun başında, karanlıkta söyledi ilk albümü “Philharmonics” ve yeni albümü “Aventine”den şarkılarını. Gözlerimizi kapayıp İskandinavya üzerinde uçtuk, döndük.
Fotoğraf: İKSV, Ali Güler
Kısa Kısa: Ane Brun + Tonbruket @Salon
Bir yanda önceki yıllarda konuk olduğu Salon’daki konserleri izleyen kimsenin dilinden düşmeyen Norveçli Ane Brun… Diğer yanda 19. İstanbul Caz Festivali’nde ve daha sonra Salon’da dinleme fırsatı bulduğumuz E.S.T. ekolünden gelen İsveçli caz grubu Tonbruket… İki ismi bir arada gördüğüm anda unutulmaz bir gece geçireceğimi biliyordum, öyle de oldu. Bu yıl izlediğim en iyi performanstı Ane Brun’ünki. Tonbruket’in birkaç parçası ile başlayan ve Ane Brun’ün katılmasıyla rüya gibi, yumuşak, büyülü ve derinlikli bir hal alan konserde -sahnede yanıp sönen ampüller dahil- her şey mükemmeldi. O çok sevilen “Big in Japan” cover’ını da yapmadan bırakmadı bizi Brun ve iki bis parçasıyla veda etti. Bundan sonra hangi salona, hangi festivale gelirse gelsin, orada olacağıma eminim.
Kısa Kısa: Jersey Boys @Zorlu Center PSM
Biliyorsunuz müzikal izlemek ve klasik müzik dinlemek için dünya standartlarında bir salonumuz oldu bu sezon, Zorlu Center PSM sayesinde. Sezonun ilerleyen vakitlerinde “Cats” ve “Notre Dame de Paris” gibi sevilen müzikalleri de izleme fırsatını bulacağımız programın ilk müzikali ise “Jersey Boys” oldu.
Frankie Valli and the Four Seasons’ı benim gibi hiç duymamış olabilirsiniz. Fakat emin olun ki aslında hiç de yabancı değilsiniz onlara. “Can’t Take My Eyes Off You” ve “Beggin”i duymamış olmanız mümkün değil ne de olsa. “Jersey Boys”, pop müzik tarihinde önemli bir yere sahip bu grubu geçmişleri, inişleri, çıkışları, dostlukları ve kavgalarıyla anlatan bir hikayeye sahip. Broadway ve West End’in en önemli ödülleri olan Tony ve Olivier ödüllerinin her ikisinde de En İyi Müzikal ödülünü kazanan bu yapım, önümüzdeki yıl Clint Eastwood’un yönettiği film versiyonuyla da karşımıza çıkacak.
Ben, gerçekten West Ende ve Broadway standartlarında bir sahne düzeni, dekor ve kaliteyle bir müzikali İstanbul’da izlediğim için çok mutlu olsam da, “Jersey Boys”u beğenemedim. Frankie Valli’yi canlandırdan oyuncunun muhteşem sesi büyülese de, bir müzikalden çok bir müzikli tiyatro gibi geldi bana. Şarkıları hikayenin bir parçası olmayan, bir filmin soundtrack’inden farklı bir işlevi olmayan müzikallerden zevk alamadığımı da “Jersey Boys” ile anlamış oldum. “Dreamgirls” ve “Ray” kıvamında müzik kariyeri filmlerinden hoşlananlar için oldukça tatmin edici bir müzikal. Ama ben, bir hikaye insanı olarak, bu denli fazla konuşmalı bir müzikalden memnun kaldığımı söyleyemiyorum.