Emre Eminoglu

İki kere sil baştan.






La science des rêves (Rüya Bilmecesi) ve Stranger Than Fiction (Lütfen Beni Öldürme), gerçekliği ve kurmacayı bir araya getirerek Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) izinden gidiyor sanki.

eternal_sunshine_of_the_spotless_mind

Zaman, rüyalardakinin ya da hikayelerdekinin aksine çok çabuk geçip gidiyor. Ülkemizde 2 yıl gecikmeden sonra geçtiğimiz yaz gösterime girmiş olmasına rağmen; sanki yıllar geçmiş gibi onu seyredeli. Yaratıcı senarist Charlie Kaufman’ın yazıp, Michel Gondry’nin yönettiği; özellikle romantik gençler arasında hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip 2004 yapımı o büyüleyici film… Belki de anmak istemiyorum yerlileştirilmiş ve büyüsü bozulmuş ismini, onun için uzatıyorum. Eternal Sunshine of the Spotless Mind… Bilincin altını üstüne getiren, her izlendiğinde yeni bir şeyleri ortaya çıkaran, Jim Carrey ve Kate Winslet’in tüm yeteneklerini haykırdığı film… “Sil Baştan” yani.

Ve “Sil Baştan” başlamak gerektiğini düşünen sinema dünyası; iki yıl sonra yeniden gerçek ve kurmacayı birbirinin içine sokmayı başardığı iki filmle karşımızda: Le science des rêves (Science of Sleep / Rüya Bilmecesi) ve Stranger Than Fiction (Lütfen Beni Öldürme). Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment

I Am Legend 28 Days Later






28 gün sonra efsane oluyor değilim haliyle. Başlığa virgülümsü herhangi bir noktalama işareti koymayışımın bir nedeni var: Hafta sonu 28 Days Later filmini seyrederken ileriki günlerde yazabileceğim bir yazının başlığını “Bir ‘Deja-vu’ Olarak 28 Days Later” koymayı planlamıştım. Nedeni I Am Legend filmi ile bir hayli benzerlikler taşımasıydı. Fakat hemen sonrasında iki filmin yapım yılları beynimde beliriverdi ve kronolojik bir değerlendirmeyle planlama aşamasındaki yazının başlığı “Bir ‘Deja-vu’ Olarak I Am Legend” halini aldı. Bugün iki film hakkında yazılanları okurken ise Richard Matheson’ın 1954 yazımı I Am Legend romanıyla tanıştım. Dolayısıyla kafam, iki filmden hangisinin hangisinden etkilendiği konusunda oldukça allak bullak olmuş durumda. Yok deja-vu falan.

twenty_eight_days_laterTrainspotting (1996) ve The Beach (2000) gibi filmleriyle tanınan İngiliz yönetmen Danny Boyle, 2002 yapımı filmi 28 Days Later hakkında söylediklerine bakılırsa; bir korku filminden daha çok herkesin ilgisini çekecek psikolojik ve paranoyak bir film çekmek istemiş. Geçmişteki zombi filmlerinden farklı olmayı amaçlamış başka bir deyişle. Senaryoda ‘psikolojik bulaşıcı virüs’ bahanesiyle yaratılan ölü-olmayan zombileri öfke dolu birer 100 metre atleti olarak düşünmüş. Bana kalırsa 28 Days Later, ne senaryosuyla ne de oyunculuklarıyla ön plana çıkabilmiş bir film. Filmin son yılların en önemli İngiliz bilim-kurgu filmlerinden biri haline gelmesini ve çoğunlukla iyi eleştiriler almış (ve sağda solda, arkadaş arasında “mutlaka seyret, çok iyi” referansları verdirten) bir film olmasının üç nedeni var bence: Yönetmen, görüntü yönetmeni ve müzik seçimi. Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment

İçinden duman çıkan kuleler.






united93pic

11 Eylül saldırılarından 5 yıl sonra iki 11 Eylül filmi karşımızda.

11 Eylül 2001’de neredeydiniz? Bilmem kaçıncı katından bir uçak kanadı gözüken o dumanlı kuleleri ilk defa hangi televizyonda gördüğünüzü hatırlıyor musunuz? Arayan giren kilometreler bize unutturdu belki olanları, ama Rüyalar Ülkesi Amerika’nın insanları ne o binaları, ne de o günü unutabildi.

Hollywood da unutmadı içinden dumanlar çıkan o kuleleri, sinema da unutmadı. 2003 Mayıs’ında Spike Lee’nin 25th Hour (25. Saat) filminde Edward Norton’ın canlandırdığı Monty Brogan’ın apartman dairesinin penceresinden enkazını gördük ikiz kulelerin. Sonrasında 11 ayrı ülkeden 11 ayrı yönetmenin 11 kısa filmini bir arada izleyiciye sunan September 11 (11 Eylül) girdi ülkemizde gösterime. Eylül 2004’te Michael Moore, politik belgeseli Fahrenheit 9/11‘da karşımıza çıkardı kuleleri. Ve son olarak Steven Spielberg geçtiğimiz yıl, 11 Eylül teröründen 4 yıl sonra, 11 Eylül’ün 29 yıl öncesindeki terörü anlattı Munich (Münih) adlı filminde. Filmin son karelerinde gösterdiler kendilerini seyirciye artık orada olmayan kuleler, beki de hatırlattılar kendilerini “biz buradaydık” diye.

world trade center

5 yıl sonra, enkazının yerinde yeni bir inşaat, kurbanlarının anısına bir anıt bulunan o kuleleri doğrudan konu almayı seçti Hollywood nihayet. Artık ne belgesellere, ne kısa filmlere, ne de dolaylamalara ihtiyaç duyarak perdeye yerleştirmeyi seçti Amerika’nın sinema insanları, içinden duman çıkan kuleleri. 2006 Nisan’da United 93 ve Ağustos ayında World Trade Center‘ı seyretti Amerikalılar. Şimdi ise sıra ülkemizde: United 93 (Uçuş 93) 1 Eylül’de gösterime giren filmler arasındaydı, 29 Eylül’de ise World Trade Center‘ı (Dünya Ticaret Merkezi) seyretme olanağı bulacak Türkiyeli sinemaseverler.

united_ninety_threePaul Greengrass’ın yönettiği United 93, 11 Eylül 2001 günü kaçırılan dört uçaktan hedefini bulamayan United Airlines’ın 93 sefer sayılı uçağında yaşananları anlatıyor. Filmin ilgi çekici özellikleri; 24 adlı televizyon dizisi misali gerçek zamanlı olarak çekilmesi ve filmde tanınmamış oyuncuların çoğunlukla doğaçlama yöntemiyle oynamış olmaları. Kaçırılan uçağın içinde yaşanan dehşeti görecek ve o anda insanların uçağın hedefini bulmamasını vatanseverliklerinden mi, yoksa sadece uçaktan sağ olarak inebilmek için mi istediklerini anlayacağız bu filmle.

world_trade_centerPlatoon, Born on the Fourth of July, JFK gibi filmleriyle tanınan yönetmen Oliver Stone’un World Trade Center‘ı ise kulelere düzenlenen saldırıdan hemen sonra binalara giren ve enkazın altında kalan bir itfaiye ekibinin başından geçenleri anlatıyor. Filmde United 93‘nin aksine Nicolas Cage, Maria Bello, Michael Pena ve Maggie Gyllenhaal gibi oyunculardan oluşan deneyimli ve ünlü bir kadro dikkatleri çekiyor. Özellikle -geçtiğimiz yıl Akademi tarafından en iyi film seçilen Crash (Çarpışma) ile tanıdığımız- Michael Pena’nın bu filmdeki performansı eleştirmenlerce oldukça beğenilmiş durumda.

Amerika’da “Bu yılın Akademi Ödülleri’ne 11 Eylül filmleri mi damgasını vuracak?” sorusu merakla tartışıladursun, biz de bu ay bu iki filmi seyretme şansını çok geç olmadan yakalamış oluyoruz. Dört bir yanda terör hala devam ederken, “içinden duman çıkan kuleler” unutulmamış diyebilmek de bir şeydir en azından.

(5 Eylül 2006′da Radikal Genç’te yayınlanmış ilk yazımdır.)

Bugünden notlar: United 93, 2006 yılı Oscarları’na iki dalda aday oldu. (En İyi Yönetmen (Paul Greengrass) ve En İyi Kurgu) Tarafımdan yılın en iyi filmlerinden biri olarak değerlendirildi. World Trade Center ise gerek Amerikancılığı, gerek aşırı milliyetçiliği, gerekse aşırı Hristiyan dinciliği ile tarafımdan tiksintiyle karşılandı; dünya çapında da olumsuz eleştiriler aldı.






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment

2000′ler ve Meryl Streep






meryl streep

1949 doğumlu Meryl Streep’in imdb’deki sayfasına girdiğinizde; siyah-beyaz, tarihi bilinmeyen bir fotoğrafı karşılıyor sizi. “Won 2 Oscars. Another 63 wins & 68 nominations” ibaresi, adeta iki üst satırda yazan “Considered by many movie reviewers to be the greatest living film actress.” cümlesini doğruluyor. Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment