2007 filmleri

En İyi Film Müzikleri: 2007






Hepimizin aklında yer etmiş, sinema salonundan çıktığımızda beynimizin içinde çalmaya devam etmiş film müzikleri vardır. Yalnızca o film için yazılmış, sonrasında o filmle özdeşleşmiş müzikler, ya da şarkılar. Fonda çalan bir müzik olmasaydı filmlerin ne denli sıkıcı olabileceğini düşünün. John Williams’sız bir dünya düşünün. Müzikallerin sinemaya uyarlanmadığını, müzik-marketlerde soundtrack diye bir köşe olmadığını düşünün. Akordeonsuz bir Le fabuleux destin d’Amélie Poulain, ninnisiz bir El laberinto del Fauno… Olmazdı di mi? 2007′de de olmazdı, olmadı:

En İyi Film Müzikleri 2007:

dariomarianelli1. Atonement – Dario Marinelli: Odanıza, ofisinize; şu an her neredeyseniz etrafınıza bir bakın. Ve gözleriniz müzik yapabilecek bir obje arasın. Dario Marianelli Atonement için orijinal bir film müziği yazması istendiğinde, gözüne ilk çarpan şey daktilo olmuş. Başarılı bir roman uyarlaması, yazmak sözcüğünün gerçek anlamından, edebi olan haline, kaderci yaklaşımlı anlamından, argodaki haline her türlüsünü anlatan bir film/roman olarak bakıldığında; daha iyi bir enstrüman da düşünülemezdi sanırım Atonement için. Piyano ve yaylılarla beraber hem dönemin müziğini, hem karakterlerin çaresizliğini anlatan; karamsar birkaç parçası ile savaşın kötülüğünü vurgulayan; daktilo sesleriyle de kendinizi bir karakter olarak değil, bir yazar olarak romanın içinde bulmanızı sağlayan müzikler… Favorilerim Briony ve Love Letters. Dario Marianelli’nin Pride & Prejudice‘tan sonraki bu harikasıyla hem Altın Küre, hem de Oscar ödülünü kaptığını da belirtmeli. Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, müzik, sinema Leave a comment

I Am Legend 28 Days Later






28 gün sonra efsane oluyor değilim haliyle. Başlığa virgülümsü herhangi bir noktalama işareti koymayışımın bir nedeni var: Hafta sonu 28 Days Later filmini seyrederken ileriki günlerde yazabileceğim bir yazının başlığını “Bir ‘Deja-vu’ Olarak 28 Days Later” koymayı planlamıştım. Nedeni I Am Legend filmi ile bir hayli benzerlikler taşımasıydı. Fakat hemen sonrasında iki filmin yapım yılları beynimde beliriverdi ve kronolojik bir değerlendirmeyle planlama aşamasındaki yazının başlığı “Bir ‘Deja-vu’ Olarak I Am Legend” halini aldı. Bugün iki film hakkında yazılanları okurken ise Richard Matheson’ın 1954 yazımı I Am Legend romanıyla tanıştım. Dolayısıyla kafam, iki filmden hangisinin hangisinden etkilendiği konusunda oldukça allak bullak olmuş durumda. Yok deja-vu falan.

twenty_eight_days_laterTrainspotting (1996) ve The Beach (2000) gibi filmleriyle tanınan İngiliz yönetmen Danny Boyle, 2002 yapımı filmi 28 Days Later hakkında söylediklerine bakılırsa; bir korku filminden daha çok herkesin ilgisini çekecek psikolojik ve paranoyak bir film çekmek istemiş. Geçmişteki zombi filmlerinden farklı olmayı amaçlamış başka bir deyişle. Senaryoda ‘psikolojik bulaşıcı virüs’ bahanesiyle yaratılan ölü-olmayan zombileri öfke dolu birer 100 metre atleti olarak düşünmüş. Bana kalırsa 28 Days Later, ne senaryosuyla ne de oyunculuklarıyla ön plana çıkabilmiş bir film. Filmin son yılların en önemli İngiliz bilim-kurgu filmlerinden biri haline gelmesini ve çoğunlukla iyi eleştiriler almış (ve sağda solda, arkadaş arasında “mutlaka seyret, çok iyi” referansları verdirten) bir film olmasının üç nedeni var bence: Yönetmen, görüntü yönetmeni ve müzik seçimi. Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment