Ünlü modacı Tom Ford‘un ilk yönetmenlik denemesi olan 2009 yapımı A Single Man’i hatırlarsınız. Başrolünde Colin Firth‘ün oynadığı (ve bu rolüyle ilk Oscar adaylığını elde ettiği) ona Julianne Moore, Matthew Goode ve Nicholas Hoult’un eşlik ettiği film, bir ilk filme göre oldukça başarılı, bir modacının imzasını taşıdığından olsa gerek estetik anlamda kusursuzdu. İşte A Single Man’in uyarlandığı ve onunla aynı adı taşıyan Christopher Isherwood romanını (ne yazık ki) filmi izledikten yıllar sonra okudum. Los Angeles’ta yaşayan eşcinsel bir İngiliz edebiyat profesörünün bir gününü anlatıyor roman (ve film). Sabahtan geceyarısına kadar her adımını izlediğimiz George’un dünyayı, öğrencilerini, komşularını, dostlarını, erkekleri (ve kadınları), toplumu, siyaseti, kapitalizmi nasıl algıladığını öğreniyoruz her cümlede. Aynı bedende sevdiğini kaybetmiş bir adamın hayata tutunma çabası ve dünyadan beklentilerini kaybetmiş bir adamın dünyaya bakışının çatışmasını görüyoruz. Film ve roman arasındaki bariz farklılıkların kesinlikle gereksiz olduğunu düşünmedim romanı okur ve filmi hatırlarken. Tom Ford’un filminde, Isherwood’un sözcüklere dökme avantajını kullanarak anlattığı duyguları fazladan karakterler ya da fazladan sahneler aracılığıyla izlemişiz sadece. Isherwood’un 1964 yılında yazdığı Tek Başına Bir Adam, dönemin ABD’sini çok iyi yansıtan, diğer yandan karakteri ve onun hislerinin zamansız bri durumu anlattığı bir roman. İzleyin de, okuyun da…
Kısa Kısa: Christopher Isherwood’dan “Tek Başına Bir Adam”
Alıntı: Son Şeyler Ülkesinde
Bu kez Elif Şafak’tan değil, Paul Auster’dan:
“Art arda gelen şanssızlıklar, birtakım yanlış hesaplar, giderek zorlaşan koşullar. Yaşam, ortaya çıkan çeşitli acil durumların toplamından başka bir şey olamıyor. Ayrıntılar ne ölçüde değişirse değişsin, temelde, her hikâyede rastlantılar, gelişigüzel gelişmeler rol oynuyor.” (Auster, sf.140) Read more