28 gün sonra efsane oluyor değilim haliyle. Başlığa virgülümsü herhangi bir noktalama işareti koymayışımın bir nedeni var: Hafta sonu 28 Days Later filmini seyrederken ileriki günlerde yazabileceğim bir yazının başlığını “Bir ‘Deja-vu’ Olarak 28 Days Later” koymayı planlamıştım. Nedeni I Am Legend filmi ile bir hayli benzerlikler taşımasıydı. Fakat hemen sonrasında iki filmin yapım yılları beynimde beliriverdi ve kronolojik bir değerlendirmeyle planlama aşamasındaki yazının başlığı “Bir ‘Deja-vu’ Olarak I Am Legend” halini aldı. Bugün iki film hakkında yazılanları okurken ise Richard Matheson’ın 1954 yazımı I Am Legend romanıyla tanıştım. Dolayısıyla kafam, iki filmden hangisinin hangisinden etkilendiği konusunda oldukça allak bullak olmuş durumda. Yok deja-vu falan.
Trainspotting (1996) ve The Beach (2000) gibi filmleriyle tanınan İngiliz yönetmen Danny Boyle, 2002 yapımı filmi 28 Days Later hakkında söylediklerine bakılırsa; bir korku filminden daha çok herkesin ilgisini çekecek psikolojik ve paranoyak bir film çekmek istemiş. Geçmişteki zombi filmlerinden farklı olmayı amaçlamış başka bir deyişle. Senaryoda ‘psikolojik bulaşıcı virüs’ bahanesiyle yaratılan ölü-olmayan zombileri öfke dolu birer 100 metre atleti olarak düşünmüş. Bana kalırsa 28 Days Later, ne senaryosuyla ne de oyunculuklarıyla ön plana çıkabilmiş bir film. Filmin son yılların en önemli İngiliz bilim-kurgu filmlerinden biri haline gelmesini ve çoğunlukla iyi eleştiriler almış (ve sağda solda, arkadaş arasında “mutlaka seyret, çok iyi” referansları verdirten) bir film olmasının üç nedeni var bence: Yönetmen, görüntü yönetmeni ve müzik seçimi. Read more