fransız sineması

Kısa Kısa: Dans la maison (2012)






66. Cannes Film Festivali’nde gösterilen yeni filmi Jeune et Jolie‘nin yankıları süredursun, François Ozon‘un 32. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen bir önceki filmi Dans la maison (In the House / Evde) da ülkemizde vizyonda. Ozon, filminde merak ve insanların hayatlarına müdahil olma isteğinin nereden sonra röntgencilik ve/veya suç kapsamına girdiğini gerilimli bir hikaye ile sorguluyor. Juan Mayorga’nın tiyatro oyunundan uyarlanan Dans la maison, tiyatro oyunlarından uyarlanan birçok filmin aksine klostrofobisini yenmiş ve sizi karakterlerinin peşinden sürükleyen bir yapım.

Dans la maison‘un merkezinde edebiyat öğretmeni Germain (Fabrice Luchini) ve öğrencisi Claude Garcia (Ernst Umhauer) var. Claude Garcia imzalı ödevi okuyan öğretmenimiz, sınıf arkadaşının ailesinin ve evinin içine girme aşkı ve merakıyla yanıp tutuşan öğrencinin satırlarını, gözlemlerini, itiraflarını okuyor ve “devamı gelecek…” notuyla bittiğini görüyor. Bir sanat galerisi yöneticisi olan karısı ile birlikte (Kristin Scott Thomas) her ödevi artan bir merakla okuyan Germain, Claude Garcia ile okul çıkışlarındaki özel dersler bahanesiyle ödevlerin (ve röntgencilik boyutuna ulaşan gözlemciliğin) devamının gelmesine neden oluyor. Filmdeki gerilimin özellikle Philippe Rombi’nin muhteşem müziği ile de desteklendiğini belirtmek gerek:






Posted on by thebalkabaa in filmler, kısa kısa: film, sinema Leave a comment

32. İstanbul Film Festivali’nin En İyileri






30 Mart – 14 Nisan tarihleri arasında düzenlenen 32. İstanbul Film Festivali’nde 43 film izledim bu yıl. Edebiyat uyarlamalarından dünyanın birçok köşesindeki festivalde öne çıkan filmlere, yerli yapımların galalarından uluslararası büyük prodüksiyonların Akbank Galaları’na birçok farklı ülkeden ve türden 43 film… Bunlar arasından en beğendiğim 10 film ise bu listede:

10. DESPUÉS DE LUCÍA (Yön: Michel Franco, Meksika)

Read more






Posted on by thebalkabaa in film festivalleri, film listeleri, sinema Leave a comment

İki kere sil baştan.






La science des rêves (Rüya Bilmecesi) ve Stranger Than Fiction (Lütfen Beni Öldürme), gerçekliği ve kurmacayı bir araya getirerek Eternal Sunshine of the Spotless Mind (Sil Baştan) izinden gidiyor sanki.

eternal_sunshine_of_the_spotless_mind

Zaman, rüyalardakinin ya da hikayelerdekinin aksine çok çabuk geçip gidiyor. Ülkemizde 2 yıl gecikmeden sonra geçtiğimiz yaz gösterime girmiş olmasına rağmen; sanki yıllar geçmiş gibi onu seyredeli. Yaratıcı senarist Charlie Kaufman’ın yazıp, Michel Gondry’nin yönettiği; özellikle romantik gençler arasında hatırı sayılır bir hayran kitlesine sahip 2004 yapımı o büyüleyici film… Belki de anmak istemiyorum yerlileştirilmiş ve büyüsü bozulmuş ismini, onun için uzatıyorum. Eternal Sunshine of the Spotless Mind… Bilincin altını üstüne getiren, her izlendiğinde yeni bir şeyleri ortaya çıkaran, Jim Carrey ve Kate Winslet’in tüm yeteneklerini haykırdığı film… “Sil Baştan” yani.

Ve “Sil Baştan” başlamak gerektiğini düşünen sinema dünyası; iki yıl sonra yeniden gerçek ve kurmacayı birbirinin içine sokmayı başardığı iki filmle karşımızda: Le science des rêves (Science of Sleep / Rüya Bilmecesi) ve Stranger Than Fiction (Lütfen Beni Öldürme). Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment