will smith

Kahramanlar, Felaketler ve Patlamalar: 2013 Blockbuster Sezonu






Vizyonda yaz sezonu demek, süperkahramanlar, dev bütçeli bilimkurgular, gürültülü patlamalar, gaza getirici film müzikleri ve bolca görsel efekt demek… Kısacası Nisan sonundan Ekim başına kadarki (sıkı sinefiller için İstanbul Film Festivali ve Filmekimi arasında olduğunu da söylemek mümkün) bu süre boyunca sinemaya gitmek isterseniz iki seçeneğiniz var: Ya büyük bütçeli aksiyon sinemasından, “blockbuster”lardan kaçamadığınız için onlardan zevk almaya bakacak ya da onları reddederek birkaç salonda oynayan festival artıklarının peşine düşüceksiniz.

“Blockbuster” sözcüğünün kökleri, 2. Dünya Savaşı sırasında bir ‘block’u yok etme kapasitesine sahip uçak bombalarına dayanıyor. Kısa bir süre sonra eğlence sektörüne geçiş yaparak, özellikle Broadway tiyatrolarındaki çok başarılı yapımlar için, ‘o kadar başarılı ki bloktaki tüm diğer tiyatroların harap olmasına neden oluyor’ anlamında kullanılmaya başlıyor. Hemen ardından büyük bütçeli, kapalı gişe oynayan çok başarılı yapımlar ile sinemada da yer ediniyor terim. 1975 yılında ise Jaws ile sinemada “summer blockbusters” geleneği başlamış oluyor. O gün bugündür her yaz vizyonu “blcokbuster”lara emanet ediyor ve (çok başarılı, hatta başarılı oluşları tartışmaya açık olsa da) büyük bütçeli yapımlarla muhattap olmak durumunda kalıyoruz. Özellikle ülkemizde neredeyse tek bir zincirin tekelinde olan sinema salonlarının hepsinde birden aynı filmler gösterildiği için yazın “blockbuster” izlemek, multiplex’lerin kapısında farklı kostümler giymiş süperkahramanlar ya da farklı zırhlar kuşanmış cesur erkek afişleri görmek dışında bir seçeneğiniz kalmıyor.* Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment

I Am Legend 28 Days Later






28 gün sonra efsane oluyor değilim haliyle. Başlığa virgülümsü herhangi bir noktalama işareti koymayışımın bir nedeni var: Hafta sonu 28 Days Later filmini seyrederken ileriki günlerde yazabileceğim bir yazının başlığını “Bir ‘Deja-vu’ Olarak 28 Days Later” koymayı planlamıştım. Nedeni I Am Legend filmi ile bir hayli benzerlikler taşımasıydı. Fakat hemen sonrasında iki filmin yapım yılları beynimde beliriverdi ve kronolojik bir değerlendirmeyle planlama aşamasındaki yazının başlığı “Bir ‘Deja-vu’ Olarak I Am Legend” halini aldı. Bugün iki film hakkında yazılanları okurken ise Richard Matheson’ın 1954 yazımı I Am Legend romanıyla tanıştım. Dolayısıyla kafam, iki filmden hangisinin hangisinden etkilendiği konusunda oldukça allak bullak olmuş durumda. Yok deja-vu falan.

twenty_eight_days_laterTrainspotting (1996) ve The Beach (2000) gibi filmleriyle tanınan İngiliz yönetmen Danny Boyle, 2002 yapımı filmi 28 Days Later hakkında söylediklerine bakılırsa; bir korku filminden daha çok herkesin ilgisini çekecek psikolojik ve paranoyak bir film çekmek istemiş. Geçmişteki zombi filmlerinden farklı olmayı amaçlamış başka bir deyişle. Senaryoda ‘psikolojik bulaşıcı virüs’ bahanesiyle yaratılan ölü-olmayan zombileri öfke dolu birer 100 metre atleti olarak düşünmüş. Bana kalırsa 28 Days Later, ne senaryosuyla ne de oyunculuklarıyla ön plana çıkabilmiş bir film. Filmin son yılların en önemli İngiliz bilim-kurgu filmlerinden biri haline gelmesini ve çoğunlukla iyi eleştiriler almış (ve sağda solda, arkadaş arasında “mutlaka seyret, çok iyi” referansları verdirten) bir film olmasının üç nedeni var bence: Yönetmen, görüntü yönetmeni ve müzik seçimi. Read more






Posted on by thebalkabaa in film incelemeleri, filmler, sinema Leave a comment